“Akıllı Türk Makul Tarih” Üzerine
Ağustos 1100'de Roma'da Papa II. Paschalis bir fetva yayımlar: "Müslümanlar eşittir Türkler."
Düşünmek içgüdüsel de bir nitelik taşıdığından birinci aşamada hayvansal bir melekedir; ancak refleksif düşünme (düşünme üzerine düşünme) insana şeref verir. Refleksif düşünme katmanlı olduğundan bir süreci de beraberinde getirir. Bir insanın yaktığı kıvılcımı, arkadaşı ateşe dönüştürebilir hatta sonraki kuşaklarda bir kıvılcımın etkisi meşale halini alıp sokakları aydınlatabilir. Bunlar için gerekli olan unsurlardan birincisi: “Oturuş”tur. Hangi bedevi kavmin köklü bir felsefesinden bahsedebiliriz? Hangi göçebe toplum kalıcı bir iz bırakmıştır diyebiliriz?
Evvela durmak gerek, sonra oturmak gerek. “Bir medeniyet için bunlar yeterli midir?” diye soracak olursak eğer, hayır cevabına şunu iliştiriveririz: Medeniyet için "tutmak" gerek. Varlığa ilişkin bir tutuş: Siyaset… Halka ilişkin bir tutuş: Hukuk… Ve ikisinde de var olan daha kapsayıcı bir tutuş: İnanç. Medeni toplumların ahlakı tam da bu noktada ortaya çıkar. Ortak ahlakın bekçiliğini devralmış siyaset etme, hukuk, inanç birliği içinde olan - bazılarında da kan yoluyla birbirine bağlı- toplumlara millet denir. Milletlerin şuuru gelenek, din, hurafe gibi bütünler olabilir ancak millettin vicdanı sabittir: Tarih.
Bu geniş tanıma hemen hemen bütün medeniyetleri sığdırabiliriz; ancak bu malumata ulaştıktan sonra sormamız gereken soru şudur: "Biz kimiz?". Öncelikle hümanizm, evrensellik, insanlık çığırtkanlığına son vermek lazım; çünkü insanın insanı tanıması lazım yani insanın toprağı tanıması lazım: "Biz kimiz?"
Mimar Sinan'ın yaptığı bir köprü asfaltlanınca için yanıyorsa, Anadolu Selçuklu eseri bir kümbete bakınca “Dedelerimiz ne güzel yapmış.” diyesin geliyorsa sen Türk olabilirsin.
Türklüğü cumhuriyet tarihini aşan bir kavram olarak almamız gerekir. Evvela şu söylenmeli: Türk kimdir? Türk Müslüman'ın kılıcı; Türk gavurla çatışmayı göze alan; Türk İslam'ın sancaktarı. Tarihten aldığımız Türk tanımlarının hepsinde "İslam" olmazsa olmazdır. Çünkü Türkler İslam'la var olmuştur. Türk olmanın birinci şartı Müslüman olmaktır. Yazının başında verdiğimiz örnekte bunu Papa da doğrulamıştır. Avrupa (gavur) karşısında Türk'ü görmüştür. Türk'ün dış bir mihraktan tanımlanmasında bile Müslümanlık vazgeçilmezdir.
İhsan Fazlıoğlu'nun sözü yolumuza ışık olacak vasıfta: " Mevcuda karşı çıkmanın ancak yerine ikame edilecek şeyin nitelikleriyle ilgili olduğu; yalnızca karşı çıkmanın, oyun sahibinin amacını gerçekleştirmeye yönelik, dikkatleri dağıtmak için izleyicilerin duygularını okşamaya ve gözlerini boyamaya matuf olduğu dikkatlere alınmalıdır." Bu topraklarda Türk'e savaş açıldı, bu olgu barut veya kılıçla saldırılmasından daha alçakça ve kurnazcaydı. Millet geleceğinden tarihinden kuvve bulur. Bu topraklarda kök salmış, tarih tutmuş bir milletin beslendiği köklerden koparılarak boş metinlerle Orta-Asya barbarlıklarına bağlanması, buna inandırılması; bunlar yapılırken aydınlarımızın birleştiği nokta mevcut olanın kalkması gerektiğiydi. Yerine ne konacağı ikinci planda ve bir oyalama olarak gerçekleştirildi. Türk'ün gücünden korkuldu, Türk değişemezdi; bu sebeple Türklükle oynandı. Bir milletin tarihiyle oynayarak aidiyetimize kibrit suyu dökülmek istendi. İşte bu yüzden şimdi en çok ihtiyacımız olan "Türk"tür. Tartışılmaz gerçek Türktür. Her şeyden önce şunu bilmeliyiz ki Türk Anadolu’da Türk olmuş ve ırki bir birliktelikle değil; idealist bir bütünlükle var olagelmiştir. Kan, Türk için birliktelik sebebi olamaz. Müslüman olan ve toprakları için kanını fedaya hazır olan kişi Türk'tür. Kimse kanıyla, kafatasıyla Türk olamaz; fakat Türklüğünü kanıyla ödeyebilir.
Asım Erdem
3. Kademe